23 Aralık 2018 Pazar

Toplumsal Gerçekçilik


Toplumsal Gerçekçilik / Sinema


https://www.google.com.tr/url?sa=i&rct=j&q=&esrc=s&source=images&cd=&cad=rja&uact=8&ved=2ahUKEwjS-YKz9bbfAhVDDOwKHbW9AjYQjhx6BAgBEAM&url=https%3A%2F%2Flamula.pe%2F2015%2F06%2F30%2F5-peliculas-que-hablan-sobre-la-realidad-politica-en-el-mundo%2Fmara.rabinara%2F&psig=AOvVaw38eG__mr7OIgC4DmZfhBTR&ust=1545687640309032




 Aristo'nun "mimesis" (doğa ve insan davranışının sanatta taklide dayanan temsili) kavramı sinemasal gerçekliğin de temel çıkış noktasını oluşturur.(GÖK, 2007) İnsan -bilinçli olmadan- yaşadığı hayatın ürünüdür. Etrafındaki her etken, özneyi oluşturur ve özne oluştuğu etkenlerin toplamını sanat aracılığı ile dışa vurur. Bunun doğrultusunda her sanat dalında farklı ülkelerin farklı konulara daha fazla dikkat çekmek istemesi görülür. Bu yüzden sinemada akımlar ülkelere göre değişiklik göstermiştir. Bunu akımların isimlerini bakarak dahi kavrayabiliriz.

  • Dışa Vurumcu Alman Sineması 
  • Fransız Şairane Gerçekçiliği
  • İtalyan Yeni Gerçekliği 
  • Fransız Yeni Dalgası vs.

Fakat bu akımlar kendi içlerinde ortak konulara sahip olabilirler. Sonuçta farklı dilleri konuşarak aynı mesajları vermek mümkündür. Sinemanın da bir dil olduğunu varsayarsak aynı amaçla çekilmiş filmlere rastlamamız olağandır. Ama bu benzerlik içeriği boş, biçimi dolu olan filmlerin birbirine benzemesine de zemin hazırlar. Öyle ya da böyle dünya üzerindeki her yer birbirine benzemeye başlamıştır. Hollywoodvari filmlerin çoğalması ve rağbetin bu yönde artmasını da örnek gösterebiliriz.

Toplumsal Gerçekçilik amacı güden filmler, toplumlarının gerçek yüzünü –kendi gördükleri- kitlelere izleterek göstermek amacındadır. Eisenstein’a göre seyirci, her zaman yeniden yaratılan dünyanın bilincinde olmalı, seyrettiği görüntünün hazzına kendisini kaptırıp gitmektense, çerçevelenmiş bir kutudan sanatçının yarattığı, onu sürekli kışkırtan bir yapıtla alışverişe girmeliydi. (KÖKSAL, 2006) Filmler gerçekçi bir çizgide gittiklerinde asıl istenilen, izleyen kitlenin filmdeki anlamı yakalamasıdır. Bazı filmler alt mesajlarla bunu gerçekleştirirken bazıları doğrudan bir anlatımla bunu izleyiciye aktarmak ister. Eisenstein Potemkin Zırhlısında mesajı doğrudan vermeği tercih etmiştir. Hitlerin propaganda amacıyla, zorla çektirttiği filmlerin de arasında olan propaganda filmleri de ideolojilerini doğrudan aktarmıştır. 1935 yılında Almanya’da çekilmiş olan İradenin Zaferi filminin, açıkça güdümleme yapmakta olduğunu bilmekteyiz. Ancak her doğrudan aktarım yapan film propaganda amacı gütmeyebilir. Bir ideolojiye karşı durarak karşıt fikrin yanlışlarını göstermek de asıl amaç olabilir. Örneğin; 1969 yapımı Ölümsüz (Z / Costa Gavras) filmi ve 1997 yapımı Hayat Güzeldir (Life is Beautiful / Roberto Benigni) filmleri. Alt mesajlar yardımıyla kitlelerin görmediğini veya göz ardı ettiğini düşündükleri konuları aktaran filmler de vardır. Türk sineramasında bu filmlere rastlanmaktadır. Örnek olarak; 1985 yapımı Yılanların Öcü (Şerif Gören) ve 1978 yapımı Kibar Feyzo (Atıf Yılmaz) filmleri verilebilir.



 Realist bir bakış açısıyla aktarılan bu filmler sinema tarihinde özel yere sahiptir. Toplumun kendisine yansıma olarak geri dönen sanat yapıtları, toplumu sarsar. Belki de toplum sorunlarından uzaklaşmak amacıyla sinema seyreden halk, kendi sorunlarını beyaz perdede görünce bunu onaylar ya da karşı çıkar. Kişilerin ideolojilerine göre toplumsal gerçekçi filmlere bakış açıları değişim gösterir. Bazen bu değişim ülke çapında bir filmin gösterime girmemesiyle sonuçlanabilir. Filmlerin gücünü kabul eden ve belki de ondan korkan yüksek mevkideki insanlar bunları yasaklayabilir. Sinema salonunda gösterildikten sonra televizyon ekranlarında izleyici ile buluşan filmlerin aşırı sansürlenmesi bu duruma eklenebilir. Aynı şekilde fazlaca sansürlenen içeriklerden bazıları yerine sansürlenmeyen içeriklerin izleyicilerden tepki alması olağandır. Sanat bugün otonom dahi olsa aslında göbeğinden piyasaya bağlı olduğundan bir tür üretim biçimi haline gelmiştir. “Yaratı” olmaktan çıkıp “üretim” olmuştur. (Antakyalıo, 2012) Yaratıcı sanata veya kendini bir yansıma olarak gören içeriğe müdahale edildiğinde, bir uyanışın olmamasının istendiği aşikârdır. Yani toplum iş-ev ve Pazar günü tatili tekdüzeliğinden uzaklaşarak sisteme kuşbakışı bakarsa olacak felaketler bir ülkenin rejiminin değişmesine bile zemin hazırlayabilir. Bu yüzden devletin ideolojik aygıtı ismini ve bunun anlamını herkesin bilmesi istenmez. Her birey özgürlükçü olursa boyun eğip çalışacak kitlelerce insan yok olur. Özneye yeterli düşünsel zaman bile bırakılmaz. Özneye sadece alışması gereken kurallar ve sınırlar belirtilir. Kültür aslında kuşaktan kuşağa aktarılırken ideolojileri de beraberinde aktarır. Geleneğine bağımlı yaşayan bireylerin oluşturduğu toplumlar nedense hep üçüncü dünya ülkelerindeki kişilerdir. İnandıklarının dışındaki dünyayı hayal edemez hale gelmiş bilinçsiz kitle yığınları diş fırçasının kılları gibidir. Sürekli değiştirilir ama aynı formdadır, aynı şekilde kullanılır ve amacına uygun üretilmiştir.

Toplumsal Gerçekçiler belki de surata atılan bir tokat işlevi görmek isterler. Sanatçılar, gerçeklerle yüzleştirmek istedikleri kitleler olduğunu bildikleri için kendi hayatlarında gözlemledikleri olayları sinemalarına yansıtırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder