10 Mart 2019 Pazar

1970’lerde Almanya ve Yeni Alman Sineması


1970’lerde Almanya ve Yeni Alman Sineması


 Batı Almanya (Almanya Federal Cumhuriyeti), II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD, Fransa ve Birleşik Krallık kontrolü altında kurulmuş bir devlettir. (Wikipedia) Almanya’nın iki blok halinde ayrılması ile ülke Batı ve Doğu adlarına sahip iki kısma bölünmek durumunda kalır. 1961’de Doğu Almanya’nın kararı ile inşa edilmeye başlanan Berlin Duvarı, Batı Almanya tarafından “Utanç Duvarı” olarak adlandırılır. Soğuk Savaş’ın sembolü olabilecek nitelikteki bu duvar, Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya’ya kaçmak istemesi sonucunda bir önlem amacıyla inşa edilmiştir. İnsanların kaçmak isteme nedenleri arasında Batı bloğunda ekonomik rahatlık olduğunu düşünmeleri ve akrabaları ile görüşmek istemeleri yer alıyordu. Bundan sadece 8 yıl sonra, 1969’da Sosyal Demokrat Parti ve Hür Demokrat Parti koalisyon hükümeti kurdu ve Willy Brandt Başbakan oldu. Bu seçimlerden sonra Almanya, sosyalist ülkelerle olan sınırını yumuşatma kararı aldı. 1970 yılında SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ) ve Polonya ile görüşmeler başlatıldı. 1973 yılında iki Almanya hükümeti de Birleşmiş Milletler’e üye oldu. Fakat 1974’te Willy Brandt Başbakanlıktan istifa etti ve yerine Maliye Bakanı Helmut Schmidt geldi. (Wikipedia) Yeni Başbakan halkın kafasını karıştıracak değişimler yaparak sosyalist ülkelerle olan dış politikanın Batı ülkelerine çevrilmesine neden oldu. Bundan sonra -1977’de- halkta ayaklanmalar başladı. Sol görüşlü ayaklanmalar, halka zarar verecek boyuta ulaştığı için terörist eylemler olarak anılmaya başladı.

 Baader-Meinhof Grubu (veya Çetesi) bu eylemlerden sorumluydu. Kızıl Ordu Fraksiyonu olarak anılan ve kendilerine şehir gerillası diyen bu grup, hükümeti Nazi Hükümeti’nin devamı olarak gördükleri için karşı durmak istemişlerdi. Alman Sonbaharı adındaki ulusal krize yol açan eylemlere karışmışlardı.




Örgütün üyeleri:
  •  Andreas Baader. 
  •  Gudrun Ensslin. 
  •  Ulrike Meinhof. 
  •  Holger Meins. 
  •  Jan Carl Raspe. 
  •  Horst Mahler. 
  •  Irmgard Moeller. 
  •  Brigitte Mohnhaupt vs. 
Ulrike Meinhof

 Grubun üyelerinden biri Ulrike Meinhof, gazeteci bir kadındı. Konkret adlı politik dergide onlar hakkında pek çok yakınlık belirten yazılar yazdı. Yeni Sol öğrenci hareketi, Bild-Zeitung[1] gazetesinin “Dutschke'yi artık durdurun!” gibi manşetlerini dikkate alıyordu. Gazeteye göre başından vurulan Dutschke[2] bu cinayetin azmettiricisiydi. Bu nedenle Bild Zeitung'un yayımcısı Axel Springer'in şirketi de tüm muhafazakâr basın da, solcu protestocuların yeni hedefi haline geldi. (Wikipedia) Daha sonra ülkede bir banka soygunu oldu ve delil olmadığı halde gazeteler suçu çeteye attı. İşte Heinrich Böll de bundan sonra yazdığı Der Spiegel’deki bir makalesinde, gazetelerin bu tavrını kınadı. Bundan sonra gazetelerin, isimsiz arayarak taciz eden halkın ve nefret sözleri içeren postaların asıl hedefi oldu. Solcu örgütü kınayan halk, yandaş bildiği Böll’ü de kınadı. Nobel ödüllü sanatçının ödülüne dahi sözlü saldırılar durmadı. Yazar Böll bu durumu, yaşadıklarını en iyi ifade edebildiği şekliyle, yazarlığı ile Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru’nda kınadı. Bu, tüm etik olmayan haber yayıncısı Alman gazetecilerinin insan hayatına müdahalesi ve halkı devlet organlarıyla işbirliği içerisinde manipüle etme tekniklerini konu alan bir hiciv romanıydı. Daha sonra Volker Schlöndorff ve eşi Margarethe von Trotta bu romanı filme uyarladı.


Volker Schlöndorff ve eşi Margarethe von Trotta
 Alman Sineması sanatçıları; zor şartlar altında sanat icra eden birçok yazar ve yönetmenin gerçekçi tutumu sayesinde, filmlerine yaşanan haksızlıkları taşıyordu. Bu da Yeni Alman Sineması akımının doğmasını sağladı. Bu sinema akımı Fransız Yeni Dalgası ve İngiltere’de doğan Özgür Sinema akımlarından etkilenerek doğdu. Fakat bu iki akım da politik kaygısı az olan akımlardı. Almanya’nın 1960 ve 1970 yılları arasında yaşadığı birçok siyasi değişim ve eylemlerin sonucunun sanata yansıması da politik sinema akımı olarak görülebilecek bir anlayışın köklerini atmıştı. Yeni Alman Sineması yeni bir estetik anlayış ve aynı zamanda endüstrinin gereklerini dikkate alan toplumsal-eleştirel filmler dizisi ortaya çıkarmaya odaklandı. (Hayward, 2012, s. 38) Toplumsal gerçekçi filmlerin isminde de yer alan özelliği toplumların bu filmlerin konularını yaratmasıdır.

 Akımın başlangıcını 1962 olarak kabul ediyorsak, politik bağlamda, 1961' de, büyük bir şehri iki ideolojik gerçekçiliğe bölen (kapitalist ve komünist) ve daha önce Almanya' da var olan bir gerçek bölünmeyi (Batı ve Doğu) etkili bir şekilde gösteren Berlin Duvarı'nın inşa edildiğini hatırlamalıyız. (Hayward, 2012, s. 38) Akımın etkisini yitirmesi ise televizyonun yaygınlaşması ve sistemin maddi açıdan sanatçılara zorluk çıkarması ile oldu.

Akımın önde gelen isimleri:

  • Rainer Wemer Fassbinder 
  • Wim Wenders 
  • Wemer Herzog 
  • Volker Schlöndorff 
  • Hans Jürgen Syberg 
  • Alexander Kluge 
  • Jean-Marie Straub 

Batı Almanya’da her ne kadar önemsenmese veya göz ardı edilse de (sinema tarihçileri tarafından), bir kadın sinemacı topluluğu da vardı. Kadın sinemacılar da toplumsal olarak yasaklı olan birçok haklarını ve feminist bakış açılarını bu filmlerle yansıttı. Almanya’da 1918’de seçme ve seçilme hakkı için mücadele eden kadınların bir sonraki aşamaları kısıtlanan ve cinsiyet ayrımcılığına giden konularda 1970 senesinde başlayarak seslerini duyurmak istemesi oldu. Bunu farklı alanlarda çalışmalar yaparak mücadele haline getiren kadınlar, sinemada da daha çok görülmeye başladı. Her ne kadar sinema eğitimi almaları zor olsa ve bu eğitimler özellikle kadınlara yetersiz şekilde verilse de 56 kadın yönetmen Batı Berlin film oluşumunda yer aldı. Kısa filmler, deneysel videolar veya uzun metraj kurmacalar çekerek varlıklarını sanat alanında yaygınlaştırdılar.

Önde gelen isimler:

  • Jutta Bruchner 
  • Margarethe von Trotta 
  • Doris Dörrie 
  • Helke Sander 
  • Helma Sanders-Brahrns



Margarethe von Trotta



 Onların 1970'lerdeki filmlerinde (Batı Almanya' da yasak olan) kürtaj, ev-içi şiddet, 1950'lerdeki Adenauer dönemindeki ekonomik mucize ile ilgili mit, çalışma koşullan ve toplumsal değişim olasılığı gibi gerçek-hayattan konular işlenmekteydi. (Hayward, 2012, s. 42)
 Bu bağlamda, toplumsal politik konulara önem veren Volker Schlöndorff ve eşi Margarethe von Trotta için biçilmiş kaftan olan Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru kitabı sinemaya başarılı bir uyarlama olarak aktarılabilmiştir.


[1] Bild, tabloid formatta günlük çıkan bir Alman gazetesidir.
[2] Alfred Willi Rudi Dutschke, Alman Marksist, sosyolog. 1960'lı yılların öğrenci hareketlerinde Almanya'nın en tanınmış lideri olarak kabul edilir.

3 Mart 2019 Pazar

Çocukluk Kabusum, Bir Korku Kültü Suspiria (1979)

"Suzy,Do You Know Anything About Witches?




 Korku filmlerini bugün zevkle izliyor olmamdaki en büyük etken, Ailecek toplandığımız tv karşısında korku filmleri başladığında odama gönderilmek istememdi.Ailemin korumacı tavrı ben de o zamanlar aksi yönde temeller atmıştı.Çocukken sürekli büyüklerin dediklerini yapmak durumunda olmak ve kısıtlı bir yaşam alanımın olması zaten canımı sıkan bir durumdu.İlkokula başladığımda da başka bır kurallar sılsılesıne gırecegımın,bana alınan sayısız cıkolataya rağmen farkındaydım ancak en azından sınırlarım genıslıyordu.İlk gün ağlamayıp saksı gibi durduğumu anımsıyorum.Cocuklugun katı sınırlarından suspiriaya gelecek olursak, anne ve babamın beni filmlerden koruyucu tutumu ben de korku filmlerine olan merakı daha da arttırdığı gibi bilinmez hale getirip o filmlere cazibe de kattı.Trainspotting’deki alıntı gibi, "C vitamini yasa dışı olsaydı, onu da kullanırdık.". Tabi filmlere cazibe katıp daha da onları izlememi sağlayan bu durum çocukluğumda evin karanlık koridorunu rekor hızda gidip gelmeye çalışmama da sebep olmuştu.Korkunun bir tür isyan olduğunu aslında biraz büyüdükçe anlamaya başlamıştım.İzlememin yasak olduğu filmlerden gördüğüm her sahnede aklıma kazınmıştı.Ancak tuhaf bir durum var ki, Suspiria’yı çocukken uzun uzun izlememe rağmen yıllar sonra tekrar izlediğimde anladım ki aklımda kalmamış.Suspiria en sevdiğim film olmuş ve hala tüylerimi ürpertecek kadar beni etkilemişken hiç hatırlamamam sanırım ne denli korkup beynimin onu sildiğinin bir işareti olmalı.
Giallo başta olmak üzere korku sinemasının kült yönetmeni Dario Argento tarafından 1977 yılında çekilen Suspiria döneminde çok ses getiren ve günümüzde başyapıt halini alan özel bir film. Suspiria’nın senaryosu, oyuncu Daria Nicolodi’nin çocukken büyükannesinden dinlediği kara büyü ve cadı masallarından Dario Argento ile birlikte yola çıkmalarıyla yazılmıştır. Suspiria, Amerika’dan bale eğitimi almak üzere Almanya’da prestijli bir dans okuluna gelen Suzy Banyon’un hikayesini ele alır.Film daha ilk sahnelerinden itibaren izleyicisine güvensizlik hissini verir.Suzy’nin havalimanında çıktığı anda artık farklı bir Dünya’da olduğu,fırtınalı atmosfer ve radikal derecedeki kırmızı ve mavi ışıkların kullanımıyla izleyicinin hislerine doğrudan aktarılır.Tehlike ve güvensizlik adeta sinematografiyle sessizce izleyiciye işler. Susy okula geldiğinde ise huzursuzluk daha da yoğunlaşır.Gotik bina çok ta uzaktan olmayan çekimlerle,kırmızının hakim olduğu renkleriyle Susy’yi içine çekmek uzere bekleyen bir kapan gibidir ve sanki olacakların habercisi bir tabela halini alır.Ancak bir yandan da oldukça estetiktir ve bu durum Dario Argento sinemasında merkeze yakın noktalarda konumlanan bir niteliktir.Katillerin fetiş giyim stillerinden, ışıklara kadar filmlerinde daima korku ve şiddet yakın çekimlerle estetize edilir.Suspirianın yüksek kontrastlı yapısının,ışıklarının bir sebebi de technicolor olarak çekilmesi ve üzerinde iyi uğraşılmasıdır.Filmin sinematografik oluşumunu merak edeler bu yazıyı okuyabilirler. https://ascmag.com/articles/suspiria-terror-in-technicolor


Yakın çekimlerle Susy’nin serüveni işlenirken bazı yerlerde de uzak çekimler çaresizliği aktarmada başarılı olmuştur.Kör piyanistin ölümü sırasında kamera Berlin meydanını oldukça uzaktan çekmektedir ve bomboş meydandaki kör bir adamın bir tür bilinmez düşmana olan direnme çabası da etkileyicidir.Dario Argento Suspiria’da da sanatsal objeleri sinemasına taşımaktan geridurmaz.Tıpkı 1970 yapımı L'uccello dalle piume di cristallo (Kristal kanatlı kuş) filminde yaptığı gibi heyklellere özellikle yer verir.Filmde etkileyiciliğe etki eden bir diğer faktör ise müziktir.Işıklar kamera hareketleri,rüzgar sesleri ve müzik ahenkle ürkütücü bir senfoni halini alır.

Film bugün bile cesur tavrıyla anılırken, Dario Argento arzuladığı kadar cüretkar davranmamıştır.Aslında okuldaki öğrencileri canlandıran oyuncuların çok daha küçük yaşlarda castlardan seçilmesini istemiş ancak vazgeçilmiştir.Ardındanbinalar ve iç mekan oldukça heybetli inşa edilmiş ve en azından oyuncuları ufaltıcı bir etki sağlaması istenmiştir.Tellerle dolu odaya düşüp ölme sahnesi,okulun içinde asılan kız ve ustura sahneleri oldukça akılda kalıcı ve dönemine göre cesur sahneler olmuştur.Öyle ki ilk kez usturayla tıraş olacakken aklıma gelen tek şey Suspiria'ydı